Intel’in kurucularından Gordon Moore, bir elektronik çip (yonga) üzerinde birim alanda yer alan transistörlerin sayısının her 18-24 aylık dönemde yaklaşık iki katına çıkacağını öne sürmüştü. Buna göre, genel olarak çiplerin performansının da aynı oranda artacağı ve maliyetlerinin azalacağı öngörülüyordu. 1960’larda ortaya konan bu yaklaşım, günümüze kadar geçerliliğini korudu ve yarı iletken teknolojisinde yaşanan gelişmeler bunu mümkün kıldı. Gelinen noktada, gündelik hayatın parçası olan akıllı telefonların işlem gücünün, yaklaşık 50 yıl önce aya insanlı iniş yapan Apollo 11’in bilgisayarının işlemcisinden yaklaşık 100.000 kat daha güçlü olmasının temelini de bu oluşturdu.
İlk mikroişlemcinin ticari olarak piyasaya sürüldüğü 1971 yılından bu yana, yarı iletken endüstrisindeki firmalar çok ciddi Ar-Ge yatırımları ve inovasyon temelli yol haritalarıyla birlikte günümüz teknolojisine ulaşmayı başardılar. Fakat bunun yanında, transistör sayılarının ve hızın iki katına çıkma eğilimi, özellikle fizik kurallarının getirdiği kısıtlamalardan dolayı son bulmaya başlamıştır. Intel’in 14 nm teknolojisi ile ürettiği ürünlerde yer alan her bir transistörün yaklaşık 70 atomdan oluşan silisyum tabanlı bir aygıt olduğu düşünüldüğünde, daha küçük boyutlara inildiğinde kuantum etkilerinden dolayı elektronların daha kararsız fiziksel karakteristiğe sahip olduğu görülmektedir. Yüksek hızlı ve düşük güç özelliklerine sahip yüksek performanslı transistörlerin küçülme eğilimiyle birlikte performansta ve üretim maliyetlerinde güçlükler yaşandığı görülmektedir. Günümüzde, Intel’in 10 nm teknolojisine sahip işlemcileri üretim aşamasında olup, 7 nm ve 5 nm teknolojisine yönelik çalışmalar ve altyapı yatırımları devam etmektedir. Fakat bunun yanında, Ar-Ge faaliyetlerinin ürüne dönüşerek pazara sunulma sürelerinin uzadığı da bir gerçektir. Fiziksel limitlere yaklaştıkça, işin hem teknik, hem de mali boyutu üretici firmalar için daha büyük bir engel olarak karşılarına çıkmaktadır. Bu sebeple, firmaların teknoloji geliştirme yol haritalarında, ürünlerin performansı, üretim maliyetleri ve pazar stratejileri daha dikkatli irdelenmesi gereken konular haline gelmiştir.
Dijital çağın gereklilikleri doğrultusunda, nesnelerin interneti, bulut teknolojileri, mantıksal analiz, artırılmış gerçeklik, yapay zekâ uygulamaları gibi alanların ve ilgili sektörlerin ihtiyaç duyacağı işlemci gücü, Moore Yasası’nın geçerliliğinin sona ermeye başlamasıyla birlikte, gelecekte silisyum tabanlı yarı iletken teknolojisine alternatif teknolojiler geliştirilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Akıllı çipler ve çoklu çekirdekli mimariler gibi çeşitli yöntemlerle performans artırımı belirli seviyelere çıkarılsa da, bu durum transistörlerin verimliliğiyle doğrudan ilişkili değildir ve teknolojik limitler bulunmaktadır. Buna benzer olarak, belirtilen uygulamalara yönelik ihtiyaç duyulan işlem gücünün daha etkin algoritmalar ile gerçekleştirilmesi üzerine literatürde çok fazla sayıda makale yayımlanmıştır.
Endüstri uzmanları ve araştırmacılar alternatif çalışmalar yürütmekte ve Ar-Ge faaliyetlerinin ticarileştirilebilir ürünlere dönüştürülmesi için çaba sarf etmektedir. Alternatif teknolojilere örnekler aşağıda detaylandırılmıştır:
Silisyum tabanlı yarı iletken teknolojisinin kısa vadede ortadan kalkmayacağı bir gerçek olsa da, geleceği inşa edecek teknolojiler (bulut teknolojileri, derin öğrenme, yapay zekâ vb.) ve uygulama alanlarının (nesnelerin interneti, akıllı şehirler, robotik, vb.) yüksek performanslı ve maliyet etkin işlem kabiliyetine olan ihtiyacı artan bir ivmeyle devam edecektir. Günümüzde, ekonomik büyüme ve rekabet gücü, inovasyon tabanlı stratejilerin hayata geçirilmesine doğrudan bağlıdır. Bu kapsamda, sektördeki pazar paylarını sürdürmek ve artırmak isteyen küresel çapta firmalar yarıştan kopmamak adına Ar-Ge yatırımlarına milyarlarca dolar harcamaktadır. Dijital çağın ve teknolojik inovasyon sürecinin altyapısını oluşturacak alternatif teknolojilere yatırım yaparak çıkış yolu bulmak, tercihten ziyade bir zorunluluk haline gelmiştir.